27 Mayıs 2010 Perşembe

Yeşillenen BT

Bir yandan yeşil çevre, yeşil BT gibi sloganları kullanıyoruz, bir yandan da kaynakları daha fazla tüketmeye ve kirletmeye devam ediyoruz. Eskiden sanırdık ki sokaklardaki çöpler düzenli toplanınca, herkes kapısının önünü süpürünce her şey çok güzel olacak. Sonra anladık ki iş bu kadar basit değilmiş. En basitinden, her şeyi çöpe atmak iyi bir şey değilmiş. Geri dönüşüm diye bir şey varmış. Pilleri çöpe değil, atık pil kutusuna atmak gerekirmiş.
Neticede, değişen ve sürekli artan ihtiyaçlar insanları hızla tüketen bireyler haline getirdi. Bazı ürünlerin içerisinden “bu ürünün kullanım ömrü 10 yıldır” gibi yazılar çıkınca gülüyorum. Çocukluğumuzda buzdolabı, fırın gibi ürünler 15-20 yıl kullanılırdı. Geçenlerde üniversiteden bir hocam bozulan fırını için teknik servisi aramış. Gelmişler ve bakmışlar ki fırının gereken yedek parçalarını bulmak neredeyse imkansız. Tabii tamir edememişler. Bu durumu hocam şöyle anlatıyor: “Fırını alalı daha 25 yıl oldu ve gayet iyi çalışıyordu.” Yedek parçasının üretilmemesi garibine gitmişti.

Fotoğraf makineleri buna en tipik örnektir. 1970’li yıllarda üretilmiş analog bir fotoğraf makinesi halen sorunsuz çalışabilir. Ancak 5 yıl önce alınan bir dijital fotoğraf makinesi sorunsuz çalışsa bile artık onu kullanmak istemeyebiliriz. Bunun nedeni hem gelişen teknoloji hem de bize dayatılan tüketici toplumu refleksidir. Gençlerin elinde gördüğümüz son model cep telefonları en fazla 1-2 sene kullanılıyor ve sürekli yenileri ile değiştiriliyor. Peki, eskiyen cihazlara ne oluyor, nereye gidiyor?
Çevreci bir dünya, hem bireylerin çabaları hem de firmaların geliştirdiği duyarlı çözümler ile mümkün olabilir. Daha az enerji harcayan bilgisayarlar, televizyonlar, geri dönüşümlü ürünler… Bu iş öyle çok kolay ve kısa vadede çözülecek bir sorun değil. Çevreci yaklaşımlar uzun süreli bir program dahilinde düşünüldüğünde daha fazla faydalı olacaktır. Bu arada devletlerin de bu konuda kısıtlamalar ve yeni yönetmelikler hazırlaması, “Yeşil” kavramını çok daha önemsemesi gerekiyor.

26 Mayıs 2010 Çarşamba

Filmlerdeki Sponsorluklar

Birçok dalda olduğu gibi sinema filmlerinde de sponsorlar olmazsa olmazlardan… Seyrettiğimiz birçok sinema filminde bazen gözümüze sokularak bazen de farkında olmadan pek çok sponsorun katkısını izliyoruz.
Sponsorların filmlere olan desteğine pek bir şey diyemem, ama bu konuda unutamadığım bir film var ki… Tom Hanks’in başrolünde oynadığı “Cast Away” filmi bu konudaki en uç örneklerdendir sanırım. İzlediğinizde film için sponsor olunmadığı, sponsor için bir film çekildiğini anlamanız uzun zamanınızı almaz.
Fedex'de çalışan Chuck Noland (Tom Hanks) ile doktora öğrencisi Kelly evlenme planları yapmaktadır. Chuck'un içinde bulunduğu uçağın feci bir fırtına sonucu düşmesi ile planları kesintiye uğrar. Uçak kazasından sağ olarak kurtulan yegane insan olan Chuck, kendini ıssız tropikal bir adada bulur. Tüm hayatını modern şehirlerin lüks çevrelerinde geçiren bu insan şimdi tek başına hayatta kalma mücadelesi verecektir.
Chuck adaya çıktığı andan itibaren Fedex ile gönderilen ve düşen uçaktan geri kalan paketleri teker teker toplar, ıslanmamaları için üzerlerini örter. Uzun süre bu paketlere dokunmayarak sadık bir Fedex çalışanı olduğunu ispatlar. Tabi daha sonra paketleri teker teker açmak zorunda kalır. Filmin sonunda ise kalan tek Fedex paketini adadan kurtulduğunda, yani tam 4 sene sonra sahibine ulaştırır. Baştan sona bir Fedex reklamı olan bu film kadar “cesur” başka bir film aklıma gelmiyor.
Hatırladığım küçük sponsorluklardan biri de “Yahşi Batı” filminde yaşanıyor. Filmde ColaTurka’nın senaryoya uydurulmuş güzel birkaç reklamını izliyorsunuz. Cem Yılmaz buna benzer sponsorluk işlerini diğer filmlerinde de ustaca kullanmıştı.
Şimdilerde ise Mayıs ayında vizyona giren “Sex and the City 2” filminde modayla bütünleşen ve tasarımı ile ön plana çıkan HP bilgisayarlarını görüyoruz. Pek çok Amerikan filminde görmeye alıştığımız Apple ve Dell markalarının yerini bu sefer HP alıyor.
“Sex and the City 2”nin karakterleri HP Mini Vivienne dizüstü bilgisayarı ellerinden düşürmüyor. TouchSmart bilgisayarlar ise “Sex and the City 2”nin özgür, stil sahibi, maceracı kadınlarının vazgeçilmezleri arasında yer alıyor. Filmin başrol oyuncusu Sarah Jessica Parker; hayatında annelikten film yapımcılığına kadar uzanan çeşitli rolleri stilinden ödün vermeden idare edebilmek için HP bilgisayar kullanan entelektüel ve enerjik bir kadını canlandırıyor.
Tam yazıyı bitirmek üzereyken aklıma eskilerden bir film daha geldi. Nick Nolte’nin “Under Fire – Ateş Altında” filmi kısaca, 1980’lerin başında sıradan bir fotoğrafçının ateşli bir insan hakları savunucusuna dönüşmesini anlatıyor. Film fotoğrafçı Russell Price ile radyo muhabiri Claire’in Çad’da tanışmalarıyla başlıyor. Claire’in Time dergisi muhabiri olan sevgilisi Alex bir televizyon kanalından gelen ‘anchorman’lik teklifini kabul edince döner ve Claire de Nikaragua’ya geçmeye karar verir. Nikaragua’da yaşanan iç savaştan ziyade Claire’i merak eden Russell da onun peşine takılır. Nikaragua’da ABD’nin desteklediği diktatör Somoza ile muhalif gerillalar arasında süren sıcak savaş Russell’ı etkileyecek; bir yandan Claire’e olan aşkı büyürken bir yandan da süren çatışmalarda bir saf tutmaya başlayacaktır.
İşte tüm bu gerilim ve heyecan dolu sahnelerde Nick Nolte’nin elinden düşürmediği fotoğraf makinesi Nikon F3, filmin afişinde de başrolü oynuyor.

21 Mayıs 2010 Cuma

“Angkor Tapınakları” Sergisi 28 Mayıs’a kadar görülebilir

“Angkor Tapınakları” adını taşıyan, değişik yıllarda Kamboçya’da çektiğim fotoğraflardan oluşan fotoğraf sergim, Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi’nde 28 Mayıs 2010 tarihine kadar görülebilir.
Epson sponsorluğunda basılan fotoğraflar, Kamboçya’nın Siem Reap kentine yaklaşık 8 km uzaklıkta, 9. ve 12. yüzyıllar arasında Khmerler tarafından yapılmış, dünyanın en büyük ve ünlü tapınaklarının yer aldığı bölgenin, budist rahiplerin ve bu bölgedeki yaşamın fotoğraflarından oluşuyor.

1-28 Mayıs 2010
Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi
Adres: Ankara Cad. Atabay Merkez İş Hanı
No: 169 K:2 Sirkeci – İstanbul
0212 520 49 46
http://www.ugurvarli.com/

20 Mayıs 2010 Perşembe

Darüşşafakalı öğrencilerle Midyat ve Hasankeyf’teydik

Geçtiğimiz hafta sonu “Hayalden Gerçeğe” projesi kapsamında fotoğraf dersleri verdiğim Darüşşafakalı öğrencilerimle beraber Midyat ve Hasankeyf’teydik.


Midyat’ta Gazi Yatılı İlköğretim Okulu’nda, Hasankeyf’te de Atatürk İlköğretim Okulu’nda fotoğraf meraklısı öğrencilere önce fotoğraf çekmek ve çekim ipuçlarını içeren bir ders verdim. Sonrasında da Darüşşafakalı öğrencilerimizle beraber hep beraber fotoğraf çekmek için düştük yollara. Midyat ve Hasankeyf’te yaşayan öğrencilerin fotoğraf merakı ve ilgileri görülmeye değerdi. Proje devam ediyor.

Hasankeyf’te ilginç bir olay yaşadım. Buraya ne zaman giderseniz gidin çekeceğiniz konulardan birisi her zaman çocuklar olacaktır. Bundan 5 yıl önce bir fotoğraf çekimi için gittiğim Hasankeyf’te oynayan çocuklar yine fotoğraf konularımdan biri olmuştu. Atatürk İlköğretim Okulu’nda verdiğim derste de bu fotoğraflardan birkaçını çocuklarla paylaştım. İşin en ilginç tarafı ise, o fotoğrafların bir tanesinde 5 yıl önce bana poz veren çocuklardan birisi de o dersteydi! Bu herkes için büyük bir sürpriz oldu.

4 Mayıs 2010 Salı

“Angkor Tapınakları” Sergisi Üzerine...

Ömer Serkan Bakır'ın 1-28 Mayıs 2010 tarihleri arasında, Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi'nde açık kalacak olan fotoğraf sergisi ile ilgili Gültekin Çizgen'in yazdığı sergi giriş yazısı...

ANGKOR
Bu sergide, Unesco’nun dünya kültür mirası listesinde, tüm gezgin ve fotoğrafçıların inceleme hedeflerinden biri olan Hindiçini’nin ilginç ülkesi Kamboçya’daki Angkor Tapınakları’nın manzara, çevre ve yaşam kültürlerinin incelikli tasvirlerini izliyorsunuz.
Kamboçya’nın Siem Reap kentine on kilometre uzaklıkta, 9 ve 12. yüzyıl arasında bölge halkları Khmerler tarafından yapılmış, ünlü Angkor tapınakları yer alır.


Tropik ormanın içinde saklı kalmış dev tapınaklar, mistik görkemleriyle bambaşka deneyimlerin kapılarını açarlar. Tayland’ın Bangkok’undan bir saatlik uçak yolculuğuyla buraya ulaşırsınız. Kutsal kent anlamına gelen Angkor, bugün Güneydoğu Asya’nın en ilgi çekici yerlerinden biridir.
Angkor Wat ve çevresinde elli kadar tapınak vardır. Khmerlerin başkenti Angkor, yaklaşık dört yüz yıl tropik cangılın içinde gömülü kaldı. 1860 yılında Angkor’u keşfederek, batı dünyasına tanıtan Fransız gezgin Henri Mouhot oldu. Gördükleri karşısında büyük bir coşkuyla “Angkor görülmeden, ölünmez” diye bağırdığı rivayet edilir.
Oryantal dünyanın bu görkemli harikasında temel mimari yapı, dekoratif duvar detayları, gülen heykeller Güneydoğu Asya’nın büyük uygarlığını taçlandırır. İç savaştan sonra artık Angkor, dünya gezginlerine yeniden açıldı. Ömer Serkan Bakır da buranın yeni ziyaretçilerinden biri oldu.

ÖMER SERKAN BAKIR
Arkeolojik yapılanmaların, pek çok fotoğrafçı için mükemmel bir fotoğraf platformu oluşturduğu düşünülür. Ömer Serkan Bakır, sizlere tapınakların, bölgenin, budist rahiplerin ve oradaki çevre yaşamının fotoğraflarını sunuyor. Fotoğrafları 2002 ve 2009 yıllarında çekmiş.


Sanatçı, geçmişin zenginliğine saygı duyan, bunların bozulmasından canı sıkılan ve fotoğrafını bu keşifler için kullanan biri. Tanıdığım kadarıyla Bakır, genç yaşına rağmen topluma ve kültüre hizmet etmeyi görev sayıyor.
1976 yılında İstanbul'da doğan Ömer Serkan Bakır, İstanbul Üniversitesi Kontrol Sistemleri Teknolojisi ve ardından Marmara Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Fotoğraf Bölümü'nü bitirdi.
Kariyerine ise 1999 yılında Türkiye'de ilk defa yayınlanan dijital fotoğraf dergisini (Photo Digital) hazırladı ve Yayın Yönetmeni oldu. İnternet üzerinden yapılan, ülkemizdeki ilk fotoğraf yarışmasını organize etti. Birçok dia gösterisi gerçekleştirdi, kişisel ve karma sergiler açtı. Ulusal ve uluslar arası birçok fotoğraf yarışmasında ödüller kazandı. Bilgisayar teknolojileri, dijital fotoğrafçılık ve daha birçok konudaki yazıları yayınlandı.

FOTOĞRAF ÜZERİNE
Dewey “Felsefenin sanattan öğreneceği çok şey vardır” der ve devam eder, “Çünkü sanat deneyim olarak, deneyimin en dolaysız ve eksiksiz halidir. Sanat yapıtı da yüceltilmiş, yoğunlaşmış deneyimlerin konusudur.” Sanata “Güzel Sanatlar” denir de, aslında sanatın kendisi “güzel” değildir. Öyle denmesinin nedeni, güzeli üretmesindedir. Bugün fotoğraf sanatı, sanat tarihi içinde, bu güzellik demetinin seçkin yerinden bizi selamlıyor.


Ömer Serkan Bakır, yaptığı dış gezilere fotoğrafı katık ediyor ve her fırsatta da bunu içinde olduğu fotoğraf çevresine sunuyor. Bu iyi bir şey... Genç bir insan, olgunlaşırken tüm bu yollardan geçecektir.
Hangi nitelikte, markada ve teknikte olursa olsun, fotoğraf makinesi asla düşünmez.
Düşünce ürünü olmayanın, sanat ürünü olduğu da söylenemez. Elbette fotoğrafçı gördüğünü seçme, kesme, çıkarma veya doğru yere yerleştirme ile ona bir anlam yükleme göreviyle yükümlüdür. Görüp gösteren fotoğrafçı, düşüncesini fotoğrafça üzerinden inşa eder. Sanatçının eserlerine birlik ve kuvvet katan fotoğrafça bakışıdır.

SONUÇ
Ben Kamboçya’ya gitmeme rağmen Angkor’a şartlar uymadığından gidemeyen bir bahtsızım. Ancak Angkor üzerine çok ilginç fotoğraf çalışmaları da izledim. Angkor’u fotoğraflar üzerinden tanırım. Ömer Serkan Bakır’ın emekleri bu harikaya eğilmiş kişilerin yapılandırdıklarıyla tay koşuyor.
İşte karşınızda Angkor Tapınakları. Sanatçının Epson sponsorluğunda hazırlanan sergi fotoğrafları, Khmerler sanatının üstün örneklerinin çevredeki yaşam halesiyle size sunuluyor.
Angkor Wat, bugün Kamboçya bayrağını süsleyen bir simgedir. Bir fotoğrafçı için de çok önemli deneyimdir. Ömer Serkan Bakır, şimdi bu deneyimini sizlerle paylaşıyor.

İyi seyirler efendim.

Gültekin Çizgen
Uğur Varlı Fotoğraf Sanatı Galerisi
Sanat Yönetmeni
gultekin@gultekincizgen.com