26 Mayıs 2011 Perşembe

Fotoğrafçılar için iPad2 Ne İşe Yarar?

Amerika ve Avrupa’da Mart ayında, Türkiye’de ise Nisan sonunda satışa başlanan iPad2 çılgınlığı devam ediyor. Tablet bilgisayar pazarında pek çok kişiye göre tartışmasız bir numara olan Apple iPad modelinin ikinci jenerasyonu bazı yeni özelliklere ve değişikliklere sahip. İlk bakışta “daha ince, daha hafif ve daha hızlı” olduğunu söyleyebilirim. Tablet bilgisayar ya da dokunmatik ekranlı cep telefonları yeni bir ürün kategorisi değil. Yıllardır piyasada pek çok markanın dokunmatik ekranlı ürünleri satılırken ne olduysa Apple’ın iPhone ve iPad modellerini tasarlaması ile oldu. Bir anda onlarca marka, uygulama geliştiriciler ve yan ürünler tasarlayan şirketler müthiş bir pazarın farkına vardı. Esasında ağız alışkanlığı ile tablet bilgisayar falan diyoruz ama esasında Apple iPad, BlackBerry PlayBook ve Samsung Galaxy Tab modelleri bir bilgisayardan çok daha fazlasını size sunuyor. Hatta bazı yerlerde karşılaştırma yapmak bile gereksiz kalıyor.
iPad2 beyaz ve siyah renkli olarak satışa sunuldu

Şu ana kadar iPhone ya da iPad kullanmamış biri olarak Nisan ayında Amerika’ya gittiğimde bir tane iPad2 almaya karar verdim. Ancak Apple Store’ların kapısında hala kuyruklar olduğunu bildiğim için gitmeden 4 hafta önce siparişimi verdim. Sonuç olarak bir adet iPad2 edindim. 3 hafta kurcaladıktan ve bir hayli araştırma yaptıktan sonra bu test yazısını yazmaya karar verdim. Unutmadan, Nisan sonunda ülkemizde de satışa sunulan iPad2 için gayet iyi son kullanıcı fiyatları açıklandı. Tek sorun ürünü bulmak! Firmanın Türkiye distribütörü az sayıda da olsa uygun fiyatlı iPad2 satarak paralel ithalatın da önünü almaya çalıştı. Böylece en azından paralel ithalatla gelen ürünlerden daha uygun fiyatlar açıklanmış oldu.
İlk Kullanım
iPad2’yi elinize alır almaz kullanmaya başlayamıyorsunuz. Önce bir bilgisayara bağlayıp iTunes hesabı açtırmanız ve kayıt olmanız gerekiyor. Gözünüz korkmasın, basit bir kayıt işlemi bu sadece. Bu kayıt esnasında satın alacağınız uygulamaların ödemelerini nasıl yapacağınızı da seçiyorsunuz. Yani kredi kartı bilginizi bir kere girdikten sonra her uygulama alacağınız zaman size tekrar tekrar sorulmuyor.
İlk sorulan sorulardan birinin cevabını yine hemen vereyim. iPad2’de USB veya hafıza kartı girişi yok. Aldığınız cihazın depolama kapasitesi neyse onunla idare etmek zorundasınız. Cihazın bilgisayarlardan farklı olarak kendine özgü bir veri paylaşım ve dağıtım yöntemi var. Aklınıza gelen her şeyi anında iPad içerisine aktaramıyorsunuz. iTunes denilen programı daha önce kullanmadıysanız başta birkaç gün zorluk çekebilirsiniz. Ancak sevin ya da sevmeyin bu programı mecburen öğrenmek zorundasınız.
 Camera Connection Kit

Kamera Bağlantı Kiti
Fotoğraf makinenizi iPad’e bağlamak için ekstra satılan bir bağlantı kitini almanız gerekiyor. Bu bağlantı kablosu sayesinde dijital fotoğraf makinenizi iPad’e kolayca bağlayabilir ve çektiğiniz görüntüleri aktarabilirsiniz. Ayrıca yine bu bağlantı kiti ile SD hafıza kartlarınızdaki fotoğrafları da aktarabiliyorsunuz.
HDMI ve VGA Bağlantı Kabloları
Görsel Şölen ve Sunum
Kamera kiti kullanarak veya bilgisayarınızdan aktardığınız fotoğraflarınızı içerisindeki fotoğraf gösterici ile görebilir, müzikli slayt gösterisi yapabilirsiniz. Yine ekstra olarak satılan VGA adaptörü ile herhangi bir projeksiyon cihazına bağlayabilirsiniz. Böylece sunum ya da fotoğraf gösterilerini iPad üzerinden de yapabilirsiniz.
Fotoğrafçılar için iPad Uygulamaları
Biraz iPad için sunulan uygulamalardan (applications) bahsetmek istiyorum. iPad için App Store ortamında yüzlerce başlık altında on binlerce uygulama bulmak mümkün. Oyunlar, müzik, iş, gezi, seyahat, finans, eğlence, spor başlıkları gibi fotoğraf başlığı altında da yine binlerce uygulama sizi bekliyor. Bu uygulamaların ücretsiz olanları da var, paralı satılanları da… Ancak ücretsiz uygulamaların bir kısmı sadece demo niteliğinde… Yani bir kısmı pek işinize yaramayabilir. Ben fotoğrafla ilgili şu uygulamaları denedim, öneririm, Photoshop Express, PhotoPad, Photogene, FreePaint2, Photo…me Lite, DB HD Free, ColorBlast! Lite, Effect, SketchBookX…
Bunlar gibi ücretsiz uygulamalar ya da birkaç dolara satın alabileceğiniz ücretli uygulamalar tabi ki bir bilgisayarda kullandığımız görüntü işleme yazılımları gibi olmayacaktır. Ancak bunları yan uygulamalar olarak düşünebilirsiniz. Kısa bir süre önce Adobe iPad kullanıcıları için üç yeni uygulamasını daha duyurdu. Bu uygulamalar esasında ileride geliştirilebilecek farklı fotoğraf uygulamaları için yazılım geliştiricilere de yol gösteriyor. Adobe’nin satışa sunduğu bu uygulamalar şunlar: Eazel, Color Lava ve Nav. 2 ile 5 dolar arasında değişen fiyatlarla satışa sunulan bu yeni uygulamalar bilgisayarınızdaki Photoshop ile bütünleşmiş halde çalışabiliyor.

Daha İnce, Daha Hafif
iPad2 önceki modelinden %33 daha ince ve %15 daha hafif olacak şekilde tasarlanmış. İlk modelini kullananlar varsa şunu dediğinizi duyar gibiyim: “Zaten bu da yeterince ince ve hafifti!”. Ama tasarımcılar böyle düşünmüyor sanırım. Evet, iPad2 gerçekten ince bir tasarıma sahip olmasına rağmen rahat bir çalışma platformu sunuyor. iPad2’nin ağırlığı ise 600 gram.
Eline daha önce dokunmatik ekranlı bir ürün almamış herhangi biri bile bu ürünü rahatlıkla kullanabilir. Dokunmatik ekran hassasiyeti Apple’ın bu ürünlerde neden bir adım önde olduğunu açıkça gösteriyor.
iPad2 siyah ve beyaz olarak iki renk seçeneği ile çıktı. Önceki versiyon gibi 16-32-64 GB’lık sadece Wi-Fi ve hem 3G hem Wi-Fi modelleri mevcut. Eğer her yerde kesintisiz internete bağlı kalmak gibi bir derdiniz yoksa sadece Wi-Fi modelleri de işinizi görecektir.
iPad2 önceki modeline göre %33 daha ince

10 Saat Pil Ömrü
Yeni çift çekirdekli 1 Ghz A5 işlemcisi ile çok daha hızlı olan iPad2’nin yaklaşık 10 saatlik pil ömrü olduğu söyleniyor. Ben kullandığım süre içerisinde 10 saate kadar çalışamadım. Ama ortalama en az 7 saat gittiğini söyleyebilirim. Tabi pil ömrü süresini Wi-Fi, kamera, Bluetooth gibi eklentilerin ne kadar kullanıldığı çok fazla etkiliyor.

İki Kamera
iPad 2, ön ve arka yüzeyde iki kamera ile geliyor. Ön yüzdeki kamera VGA kalitesinde video kayıt yaparken, arka yüzeyindeki kamera 720p HD video kayıt özelliğine sahip. Fotoğraf kalitesi ise ne sizi ne beni memnun eder. Ama zaten iPad gibi bir cihazla fotoğraf çekmek pek de gerekli olmaz sanırım. Cihazla beraber gelen Face Time uygulaması ise ön yüzdeki kameranın ne işe yaradığını daha iyi anlatıyor. Face Time programı ile iPhone, iPad, iPod Touch ve Mac kullanıcıları arasında görüntülü konuşma yapılabiliyor ve Photo Booth ile farklı efektler kullanarak video kaydetme özelliği de yenilikler arasında.

Oyunlar Vazgeçilmez
Yön ölçümü ve açısal dengenin korunmasına yardımcı olan “Gyroscope” ve “Accelerometer” özellikleri sayesinde uygulamalar iPad'in hangi yöne doğru çevrildiğini daha kolay gösterebiliyor. Bu özellik ile oyunlarda 360 derece hissi uyandırmakta mümkün oluyor.
Smart Cover Hadisesi
iPad2 için özel olarak tasarlanmış Smart Cover adında bir de kapak var. Smart Cover, ince ve hafif profilini korurken iPad ekranı için de koruma sağlıyor ve aynı zamanda yazı yazmak veya video görüntülemek için stand şeklini de alıyor. Takmayı ve çıkartmayı kolaylaştıran, kendi kendini hizalayan ilginç bir manyetik menteşe ile tasarlanan iPad2 Smart Cover, açıldığında otomatik olarak iPad2’yi uyandırıyor ve kapandığında otomatik olarak uyutuyor. Smart Cover basit bir şey gibi görünse de fiyatı pek ucuz değil. Polyester ve deri olarak iki çeşidi var. Polyester olanın Türkiye fiyatı 100-120 TL arasında değişiyor.

9 Mayıs 2011 Pazartesi

Dijital fotoğraf ve...

5 Mayıs Perşembe günü Süleyman Demirel Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü tarafından düzenlenen etkinlik için Isparta'daydım. Lisans ve lisans üstü öğrencileri ile güzel bir söyleşi gerçekleştirdik. "Dijital fotoğraf ve..." başlıklı sunumda ise fotoğraf makinesi seçimi, insanı fotoğraflamak ve güvenli depolama konularında bilgiler aktarmaya çalıştım.
Tüm öğrencilere ve sevgili dostum Grafik Bölüm Başkanı Doç. Dr. Ali Bayraktaroğlu'na teşekkürlerimi bir kez daha iletiyorum.

3 Mayıs 2011 Salı

Panasonic Lumix GF2’yi Orlando’da Test Ettik

Aynasız fotoğraf makineleri pazarında kıyasıya bir rekabet yaşanırken bu pazarın en önemli aktörlerinden biri olan Panasonic, Micro Four Thirds standardını kullanan GF1 modelinin yerine daha kompakt hale getirilmiş ve dokunmatik ekran özellikleri kazandırılmış GF2’yi satışa sundu.
Biz de henüz çok yeni olan Lumix GF2 modelini yine uzaklarda, Amerika’nın eğlence şehri Orlando’da test ettik. Panasonic’in dijital fotoğraf alanında 10. yılını kutlayan Lumix’in en son ürünü olan GF2 sınıfında en hafif ve en küçük fotoğraf makinesi olma özelliğini taşıyor.
Aynasız fotoğraf makineleri çıktığından beri sanırım herkes taşıdığı ağır çantalara bir kez daha göz atma ihtiyacı duymuştur. Eskiden neden o kadar ağır çantaları taşımak zorunda olduğumuzu sanırım tahmin ediyorsunuzdur. Birçoğumuz için bunun nedeni çok basit, “kaliteli görüntü ihtiyacı”. Evet, kaliteli bir görüntü elde edebilmek için bir süre öncesine kadar DSLR makinelerden başka bir seçeneğimiz olmadığı için çoğu zaman sadece kısa bir gezi için bile koca bir fotoğraf çantası taşımamız gerekirdi. İşte bu yüzden Amerika’ya yanıma sadece GF2 ve 14-42mm objektifi alarak gittiğimde yaşadığım mutluluğu anlatamam. Küçük sırt çantamın içerisinde çok az yer kaplayan GF2 ile dolaşmak sadece taşıma kolaylığı açısından bile büyük bir avantaj.
GF2’yi test edeceğimiz yer dünyaca ünlü eğlence parkları ile adını duyuran ve onlarca eğlence parkından başka pek bir şey bulunmayan Orlando şehri. Renkli, eğlenceli, hareketli, kalabalık, arada bir yağmurlu, hep nemli ve sıcak… Orlando ile ilgili izlenimlerimi ve bazı gezi notlarımı test yazısının hemen devamında bulabilirsiniz. Şimdi gelelim GF2’ye…

Ultra Kompakt Aynasız
Panasonic Lumix GF2 gerçekten üst seviyede kullanım kolaylığı sunan ve hem fotoğraf hem de video çekiminde yüksek görüntü kalitesiyle dikkat çeken bir fotoğraf makinesi.
Bu incelemeyi yaptığımızda sınıfında dünyanın hem en küçük hem de en hafif fotoğraf makinesi olan Panasonic Lumix GF2, Lumix G serisinden atası GF1’den boyut olarak %19 oranında daha küçük ve ağırlık açısından da %7 oranında daha hafif. Öyle ki inceleme sırasında GF2’yi boynumda gören ve konuştuğum pek çok kişi bunun bir kompakt makine olduğunu sandı. Yani objektifinin değişebildiğini sık sık göstermem gerekti.
12.1 milyon piksel çözünürlük sunan Live MOS sensör ve yüksek performanslı Venus Engine FHD özelliklerine sahip olan Lumix GF2 yalnızca fotoğrafta değil Full HD video kaydında da bir hayli başarılı.

Dokunmatik Ekran
Lumix GF2 başta da dediğim gibi dokunmatik ekrana sahip bir makine. Bu yüzden üst kısmındaki düğmelerin büyük bir çoğunluğu kaldırılmış. Oldukça sade bir görünüme kavuşan GF2 bu haliyle amatör kullanıcıların bile ilgisini çekebilecek bir yapıya ulaşmış. Bildiğiniz gibi gerek cep telefonları gerekse de tablet bilgisayar pazarında yaşanan gelişmeler bir süredir fotoğraf makinelerinde de uygulanıyor. İlk zamanlarda dokunmatik ekranlı cihazları bir kalem vasıtasıyla kullandığımızı hatırlıyorum. Ancak şimdilerde çıkan neredeyse tüm dokunmatik cihazlar parmaklarımızla kontrol edebileceğimiz kadar hassas. Lumix GF2’de kullanım kolaylığını yeni grafik kullanıcı arayüzü ve 460 bin satırlık 3 inç dokunmatik LCD ekranından alıyor. GF2’nin dokunmatik ekranında konuya tek bir dokunuşla odaklanmak mümkün. Video kaydını ve iA (Akıllı Otomatik) modunu aktif hale getiren yardımcı butonlar sayesinde GF2’nin kullanımı hem sezgisel hem de oldukça rahat. Tabi istenirse dokunmatik özellikler sınırlandırılıp, kapatılabiliyor.
Lumix GF2’nin Otomatik Odaklama fonksiyonu LCD ekrana yapılan tek bir dokunuşla harekete geçiyor dedik. Bu fonksiyon Yüz Tanıma özelliği devredeyken insan yüzlerini daha kolay odaklayabiliyor. iA modunun Akıllı Sahne Seçici özelliği sayesinde üzerine dokunulan konuya uygun sahne modu da anında devreye giriyor.
Açıkçası ilk defa bu kadar uzun süre dokunmatik ekranlı bir fotoğraf makinesi ile çalıştım ve alışmam düşündüğümden daha kısa sürdü. Neden bu kadar çok kişinin dokunmatik ekranları fazlasıyla sevdiğini bir kez daha anladım. Alışkanlık yapıyor…
Gövde Yapısı
Alüminyum şasisi ile kalitesine dair daha ilk bakışta iyi bir izlenim bırakan Lumix GF2, tutuş açısından da son derece rahat. Tabi eli DSLR makinelere alışmış bazı fotoğraf severler için ilk başta bu minik makineye alışmak ve elde tutmak biraz zaman alabilir. Ancak şunu söylemeliyim ki, uzun yıllardır ağır DSLR fotoğraf makineleri ve kocaman objektifler kullanan biri olarak GF2’nin boynumda asılı olduğunu unuttuğum zamanlar oldu. Yeri gelmişken söyleyeyim, gövdenin ağırlığı sadece 310 gram.

Yüksek Görüntü Kalitesi
Lumix GF2 hem kompakt tasarım hem de kullanılabilirliği üst seviyede bir makine olmasının yanında, görüntüleme motoru ve sensör teknolojilerinin dengesini kaliteli fotoğraf ve videolarında sergiliyor. GF2’nin Live MOS sensörü 17.3x13mm boyutunda.
Görüntü çekim oranını 1:1, 4:3, 3:2 ve 16:9 olarak değiştirebiliyorsunuz.
Tüm Lumix G Micro Sistem fotoğraf makinelerinde olduğu gibi GF2’de “Toz Giderme Sistemi” ile donatılmış durumda. Bu özellik sayesinde objektif değiştirme esnasında toz ya da yabancı başka bir madde makineye girdiği zaman fotoğraflarda oluşması muhtemel lekeler engellenmiş oluyor.
ISO aralığı olarak 100 ile 6400 arasında çekim yapılabiliyor. 100, 200 ve 400 ISO değerlerinde sorunsuz çekim yapılabilirken doğal olarak 400 ISO’nun üzerinde noise (kirlilik) etkisini daha fazla göstermeye başlıyor. 3200 ve 6400 ISO değerleri ise ne yazık ki pekiyi sonuç vermiyor.
RAW formatında da çekim yapılabilmesine imkan veren GF2 için hedef kitlesindeki kullanıcıların bu formatı kullanıp kullanmayacaklarını bilemem. Ancak böylesine kompakt ve kolay kullanımlı bir makinenin RAW formatında da çekim yapabilmesi artı bir özellik.
Orlando gezi notları sayfasında göreceğiniz fotoğrafları JPEG formatında çektim ve bazılarında Levels, Kontrast dışında pek bir uygulama yapmadım.
AVCHD Full HD Video
Lumix GF2 Full HD video çekebilme becerisine de sahip. AVCHD formatında 1920x1080 çözünürlüklü Full HD video (60i/50i’de) çekebilen Lumix GF2, rüzgar kesme fonksiyonuna sahip bir stereo mikrofon yardımıyla sesleri de en az görüntülerde olduğu kadar kaliteli kaydedebiliyor.
Ayrıca makine ile birlikte gelen PHOTOfunSTUDIO 6.0 yazılımı hem fotoğrafların hem de Full HD videoların düzenlenmesini ve YouTube, Facebook gibi sosyal paylaşım sitelerine yüklenmesini kolaylaştırıyor.

3D Fotoğraf Ayrıcalığı
Henüz çok az fotoğraf makinesinde gördüğümüz 3D fotoğraf çekimi, GF2’ye takılan bir objektif sayesinde oldukça kolay bir şekilde yapılabiliyor. Panasonic Lumix G 12.5mm / F12 3D objektif sayesinde makinenin SD hafıza kartına kaydedilen üç boyutlu fotoğraflar Panasonic VIERA 3D Full HD televizyonlarda özel 3D gözlükler aracılığı ile izlenebiliyor. Dediğim gibi fotoğraf makineleri için henüz çok yeni bir konu olan 3D kavramı sanıyorum önümüzdeki aylarda daha çok karşımıza çıkacak.

Diğer Bazı Özellikler
SD/SDHC/SDXC hafıza kartlarını kullanabilen GF2’nin dahili bir hafızası yok. USB 2.0 ve mini HDMI bağlantı imkanı sunan makine, genel, merkezi ve spot ölçüm poz sistemine sahip.
Stereo ses ve AVCHD (1920x1080 – 60fps) video kaydı imkanı sağlayan bu minik makine ile istenirse daha düşük çözünürlük değerlerinde de video çekimi yapılabiliyor.

Eğlence Şehri: Orlando

Amerika’nın güneyinde Florida’nın merkezinde yer alan Orlando şehri dünyanın eğlence parkları (theme park) başkenti olarak görülür. Bu unvanı, sayısı onlarca muhteşem eğlence parkları ve hemen her mevsim elverişli iklim koşulları ile hak etmiştir.
Orlando’da her yaşta ziyaretçi için pek çok farklı eğlence parkı bulunuyor. Bu eğlence parkları ve diğer detaylara geçmeden önce Orlando’ya nasıl gidilir ve nerede kalınır gibi bazı sorulara cevap verelim.
Orlando’ya Nasıl Gidilir?
Orlando’ya İstanbul’dan gitmek için birkaç farklı alternatifiniz var. Bunlardan biri THY ile direkt New York’a gitmek ve oradan Delta ya da American Airlines gibi bir havayolu şirketi ile Orlando’ya uçmak. İstanbul-New York arası yaklaşık 10 saat sürüyor. New York-Orlando ise 3 saat civarında. Bir başka yol, THY ile İstanbul’dan Miami’ye gidip oradan yine uçakla Orlando’ya geçmek ya da bir araba kiralayıp Miami’den keyifli bir yolculukla Orlando’ya ulaşmak.
Kısaca birden fazla alternatifiniz var. Ancak zamanınız sınırlıysa en kısası, direkt New York’a ve oradan da Orlando’ya uçmak. Bu bile toplamda yaklaşık 13 saat uçmanızı gerektiriyor. Eğer uzun uçuşlardan sıkılıyorsanız, her koltuğun arkasında bulunan THY’nin uçak içi eğlence sisteminin faydasını bir kez daha takdir edeceksiniz demektir.
New York-JFK Havaalanı oldukça büyük ve birçok terminale bölünmüş durumda. İndiğiniz terminal ile gideceğiniz terminal farklı olabilir. Bu konuda hiç endişe etmeyin. Havaalanı içerisinde çalışan bir tramvay sistemi ile terminaller arasında ücretsiz, sürekli ve gayet hızlı bir iletişim sağlanıyor. Ancak yine de size tavsiyem, New York ile Orlando arasında aktarma yaptığınızdaki bekleme süreniz en azından 2-3 saat olsun. Uzun pasaport kuyruklarında stres olmayın sonra…

Nerede Kalınır?
Uzun bir uçuşun sonunda nerede kalacağınız konusuna değinelim. Orlando’da her bütçeye uygun yüzlerce seçenek var. Öncelikle hangi eğlence parkının yakınında kalmak istediğinizi iyi belirleyin ve kalacağınız oteli ona göre seçin. Çünkü şehir merkezi kavramı burada biraz ilginç... Belki de şehir merkezine hiç uğramadan geri dönebilirsiniz. Çünkü tüm eğlence parkları ve turistik bölgeler şehir merkezi dışında bulunuyor. Zaten aramızda kalsın şehir merkezinde görülecek pek bir şey de yok.
Orlando’daki en büyük eğlence merkezleri Walt Disney ve Universel Studios. Kalacağınız otel bu iki merkezden birine yakın olursa sıkıntı çekmezsiniz. Eğer vaktinizi daha çok Walt Disney eğlence parkında geçirmeye karar verirseniz Kissimme bölgesinde bir otel ayarlamaya çalışın. Yok, daha çok Universal Studios tarafında vakit geçiririm derseniz de International Drive’ın park yakınında bir otel bulun. Ortalama geceliği 50-100 dolar arasında kalınabilecek farklı standartlarda odalar bulabilirsiniz. Bazı otellerde kahvaltı fiyata dahil değil, dahil olanlarda da alıştığınız çeşit ve lezzeti bulamayabilirsiniz, benden söylemesi.
Otel rezervasyonları için daha öncede kullandığım iyi bir site var: www.expedia.com. Tüm otel, uçak ve araba kiralama gibi rezervasyonlarınızı rahatlıkla yapabilirsiniz.
Araba kiralama işinden de kısaca bahsedeyim. Eğer Orlando ve civarında dolaşırım, sağa sola giderim diyorsanız ve 3-4 kişi seyahat ediyorsanız araba kiralamak mantıklı olabilir. Kiralama fiyatları gerçekten çok uygun. Ancak eğlence parklarından dışarıda dolaşmaya pek vaktiniz ve haliniz kalmayabilir. Taksi ücretleri biraz pahalı olsa da işinizi görecektir. Tabi şehir içi otobüs seferleri de mevcut.
Mevsim
Orlando, Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları dışında neredeyse her mevsim görülebilecek bir yer. Bu aylarda da sadece yüksek hava sıcaklıkları ve aşırı nem sizi biraz daha yorabilir. Unutmadan Orlando’ya hangi mevsim giderseniz gidin yanınızda mutlaka bir yağmurluk olsun. Bazen yağan aşırı yağmurlar sizi şaşırtabilir.
Sıcak iklimi sebebiyle hemen her mevsim milyonlarca turist çeken bu şehir, ailecek gidilebilecek dünyanın en önemli eğlence merkezlerinden biri. Onlarca eğlence parkını gezebilmek için haftalarca burada kalan pek çok kişi gördüm.
Universal Stüdyoları
Orlando denildiğinde ilk akla gelen yerlerin başında Universal Stüdyoları geliyor. Universal Studios diye adlandırdığımız yer esasında üç bölümden oluşuyor: Universal Studios Florida, Islands of Adventure ve City Walk.
City Walk denilen bölge, ücretsiz olarak girilen ve diğer iki parka geçilen, yemek yiyebileceğiniz ve alış-veriş yapabileceğiniz bir yer. Burada ünlü mekanlar, Hard Rock Cafe ya da NBA Cafe’de oturup bir şeyler atıştırabilir, bir başka mekanda harika margaritaların tadına bakabilirsiniz. Akşamları ise gece kulüpleri ile bir başka havaya bürünen City Walk gün içerisinde sizin için uygun bir dinlenme ortamı olacak.
Diğer iki parka geçmeden biraz park giriş ücretlerinden bahsedelim. Bu iki parkı şöyle bir gezelim derseniz en az iki güne ihtiyacınız var demektir. İki günlük ve her iki parkta da (Universal Studios, Islands of Adventure) geçerli bilet fiyatı kişi başı yaklaşık 150 dolar. Eğer bilet alma işini internetten hallederseniz 10 dolar tasarruf edebilirsiniz. Tabi daha fazla vaktiniz varsa bu iki park için 3 gün sanırım en ideal süre olur. Resmi web sitesinden hem biletlerinizi alabilir, hem de daha detaylı bilgi edinebilirsiniz: http://www.universalorlando.com/
Universal Studios, çok yakından bildiğimiz pek çok kahramanın ve gözde filmlerin mekanlarının yer aldığı bir park. Parka girer girmez sizi etkisi altına alan bu yerde neyin film, neyin gerçek olduğunu karıştırabilirsiniz. Buradaki en gözde mekanlar, Terminator2 3D, E.T. Adventure, Men in Black Alien Attack, The Simpsons Ride, Shrek 4D, Disaster, Twister, Jaws, Mummy.
Bu mekanların hepsi inanılmaz büyüklükte ve gerçeklikte tasarlanmış. Twister gibi bazı mekanlarda ünlü bir filmin en önemli anlarına canlı canlı tanık oluyorsunuz. Disaster filminin o ünlü deprem sahnesini ise bindiğiniz metro içerisinde bizzat yaşıyorsunuz. Yanınızda tanker patlıyor, duvarlar yarılıyor, istasyonu su basıyor…
En bilindik filmlerden Jaws’ta ise, bindiğiniz tekneye saldıran Jaws’ı bir hayli müdahaleden sonra etkisiz hale getirdiklerinde derin bir soluk alıyorsunuz. İnanın bazı atraksiyonlarda yaşadıklarınız filmleri televizyondan izlemeye pek benzemiyor.
Tüm bu atraksiyonların hepsini anlatacak yerimiz yok ne yazık ki. Ancak benim favorim kesinlikle The Simpsons Ride oldu.

Görüp görebileceğiniz en hızlı ve en büyük roller coaster’ların toplandığı yer sanırım Islands of Adventure olur. Sağınızda solunuzda her yerde boyutları ve cinsleri değişen onlarca roller coaster sizi bekliyor. Eğer yükseklik korkunuz falan varsa bu parkta girebileceğiniz çok az bölüm var. Ama inanın yürüyerek bile dolaştığınızda insanların çığlıkları sizi korkutmaya yetiyor. Açıkçası belli bir büyüklükten sonraki roller coaster’lar bana göre değil. Ama kuyruklarda bekleyen yüzlerce kişi sanırım benim gibi düşünmüyordu. Burada en kalabalık ve en büyük olanı The Incredible Hulk Coaster’dı. İnenlerin yüz ifadelerini görmenizi isterdim.
Bir başka çılgın atraksiyon ise, Doctor Doom’s Fearfall idi. Burada oturduğunuz koltukla beraber ray üzerinde hiç beklemediğiniz bir anda yukarı doğru fırlatılıyorsunuz ve sonra serbest düşme, sonra tekrar yukarı…
Bu parkta benim en sevdiğim bölüm ise The Amazing Adventure of Spider-Man oldu. Bu simülasyonda ise 3D gözlüklerimizi takıp minik bir trene biniyoruz. Sokaklar arasındaki hızlı maceraya Spider Man ve düşmanları eşlik ediyor. Arada patlayan şeylerin alevleri suratınızı ısıtıyor, su damlaları üzerinize geliyor.
Islands of Adventure da, Jurassic Park ve Harry Potter gibi daha pek çok ilgi çekici bölüm bulunuyor.

Disneyland
Orlando’ya sadece Walt Disney parkları için gelenler de var. Bu parklar ailelerin çocuklarıyla birlikte eğlenceli vakit geçirebilecekleri bir bölge. Disneyland’ı oluşturan ana parklara girmek öyle kolay değil. Küçük bir şehir havasındaki bu özel bölgeye ilk girdiğiniz andan itibaren her şey değişiyor. Artık büyülü bir yerdesiniz. Tabi özellikle çocukların o tatlı şaşkınlığı görülmeye değer. Büyük otoparkların arasından geçerken eğer aracınızla buraya geldiyseniz bıraktığınız yeri iyi ezberleyin. Çünkü daha sonra binlerce araç arasında kaybettiğiniz arabanızı bulmak pek keyifli olmayabilir.
Disneyland diye adlandırdığımız mekan esasında, Magic Kingdom, Epcot, Disney’s Hollywood Studios, Animal Kingdom ve Downtown Disney Area gibi pek çok farklı bölümden oluşuyor.
Dediğimiz gibi bu parkların hepsini değil, sadece birini bile bir günde gezmek sizi biraz zorlayabilir. En iyisi yine en azından 2-3 gününüzü buraya ayırmak olacaktır.
Bu parkların en meşhuru hiç kuşkusuz Magic Kingdom. Burası nasıl anlatılır tam olarak bilemiyorum, ama çocuklar kadar büyüklerinde ağzı açık kalıyor desem sanırım yeterli olur. Magic Kingdom içerisinde de birbirinden ilginç pek çok ayrı bölüm bulunuyor. Dolaşırken kendinizi hayal dünyasında hissetmemeniz mümkün değil.
Walt Disney parklarının en ilgi çekenlerinden bir diğeri ise Epcot. Burada biraz teknoloji, biraz hayal dünyası ve çokça eğlence sizi bekliyor.
Disney’s Hollywood Studios ise size yine renkli ve hareketli bir dünya sunuyor. Indiana Jones, Narnia gibi pek çok tanıdık bölüm göreceğiniz burada canlı show’lar, gösteriler ve yine roller coaster’lar sizi bekliyor.
Animal Kingdom bölümünde ise kendinizi Afrika’da gibi hissedebilirsiniz. Gerçek safarileri aratmayan geziler, canlı gösteriler ve yüzlerce çeşit hayvanı yakından görmek hem sizi hem de çocuğunuzu mutlu edecektir.
Resmi internet sitesi http://disneyworld.disney.go.com/ adresinde daha detaylı bilgilere ulaşabilirsiniz.
Orlando’da bu yazdığım yerler dışında da tabi ki onlarca farklı eğlence yeri var. Ben sadece sayfalarımıza sığdırabildiğim kadarını yazabildim. Ama şunu söyleyebilirim ki konu, ailece unutulmayacak bir eğlence ise Orlando tam size göre olabilir.